20 Şubat 2011 Pazar

3

Pek çok adım var. Her adımla ilgili farklı inançlar var. Kimisinin rüyalarına girerim. Kimisinin dillerinde dolaşırım. Kimisinin sadece düşüncelerinde yer alırım. Adımı her andıklarında oradayımdır derler. Oysa ki Efendi'nin güçleri bende yoktur. Ben sadece O'nun bir parçası, ufak bir gölgesi, kaderimi tatmakla zorunlu bir ruhum. Aslında, ruhtum. Artık o parçamı pek hissedemiyorum.

Gerçekler göründüğü gibi olmayabilir, her görünenin gerçek olmayacağı gibi. Ben insanlara özel bir düşmanlık beslemem. Onların başında durup, onları yönlendirmem. Kimseyi yoldan çıkarmam. Ne yazık ki bunların hepsi insanlar tarafından uydurulmuş ve yine kendi çıkarlarını gözetmek için inandıkları saçmalıklardır.

Onlar arasında uğraşmaya değecek o kadar az sayıda olanı vardır ve onlarında yönlendirilmeleri o kadar zordur ki, tek varlıkları olan yaşamlarını ellerinden de alsam dönüp bana katılmazlar. Ama onları ortadan kaldırırsam geri kalanlar kendilerine teslim olacaklarından ortada benim uğraşmamı gerektiren birşey kalmaz. Herşey olması gerektiği gibi olur.

Fakat öyle taşlar vardır ki, kendilerinden çok büyük taşları kırarlar. İşte benim hedefimde olanlar onlardır. Ne yazık ki safıma katılmayanların safına katılmayanlar tarafından seçilen bazıları, kendilerinin sahip olduğu hakları onlara verirler. Ve işte onlardır ki benim önümde her şeylerini ortaya koyarlar.

Ben, sizler için Kahin, işte onlar tarafından hükmederim sizlere. Ta ki kehanetlerim gerçek olana kadar...

18 Şubat 2011 Cuma

2

Aynalardan birinde bir yalım belirdi. Tüm aynalar aynı yalımı gösterir oldu. İsteyen gördü, bildi, tattı, acıdı ve anlayamadığımız daha pek çok şey oldu, oldurdu. İstemekti onun için yeterli olan. Bundan sonra geriye kalan sadece izlemekti.

Sonsuzluğun varlığını bilmek pek çok zaman akıllarda herhangi bir etki yaratmaz. Bu varlığın ne için olduğunu düşünmekse pek azı için meşguliyet sebebidir. Olanlar olmazdan önce, daha yazı değil, konuşma değil, ses değil, silüet bile yokken ortada, yalımın aynadaki dansından çok az sonrasından beri sadece onlar vardı. Galipler ve Kaybedenler bile yoktu.

Yalımın bir parçasıydılar. Yalım nasıl salınıyorduysa aynada, öyle salınıyorlardı sonsuzlukta. Pek çoğunun aksine de neden burada olduklarını biliyorlardı. Aynı zamanda bu sonsuzlukta yalnız olmadıklarınıda. Böyle başladı onların serüveni. Yalım aynalarda aksettikçe bir gün gelipte söneceğinin farkında olarak, O yitmeden karanlıkların içinde hızla aramaya başladılar hedeflerini.

O'nun peşinde yalım gibi salındılar her yanında aynaların. Mefhumsuz, yaşsız, ama karşılacaklarından haberdardılar. Dört bir yanı çevirdiler; tek görülmedik gün doğumu, tek basılmadık toprak kalmayana kadar.

16 Şubat 2011 Çarşamba

1

O an gördüm ilk defa kanatlarını. Güneşin kararmaya başlamasından biraz önce, yağmurun ilk damlalarının düşmeye başlamasından biraz sonraydı. Kılıcımı kalbine sapladığımda sadece gözlerimin içine bakmıştı. Ne bir üzüntü vardı gözlerinde, ne bir suçlama. Tek kelime döküldü dudaklarından: "affettim".

Ardından gözlerinde, benim görmek için hayatımı harcadığım ışıltıyı gördüm. Cennetin kapıları açılmıştı önünde. Ama dönmek için kan döktüğüm bu yerde ben değil O olacaktı. Kapılar ardından kapandı. Son Anlatıcıyı'da ben öldürmüştüm. Artık oraya gidecek kimse kalmamıştı yer yüzünde. Geriye kalan bizler bu kıyamette yok olup gidecektik.

O an Kahin'in bizi kendi kaderine yoldaş yapmaya çalıştığını anlamıştım. "Kader değiştirilemez" diyen babam gelmişti aklıma. Kaderimi değiştirmek elimde değildi. Kaderimin bu olacağını da biliyorsa Efendi, neden beni durdurmamıştı. Eğer Efendi benim kaderimin bu olmasını istiyorsa o zaman O da bunların gerçekleşmesini istiyordu.

Hayatlarımız boşunaydı o zaman. Kimin ölüp, kimin yaşadığının bir önemi yoktu. Tüm seçimler yapılmıştı. O sadece benim gözlerimden karşımdakini öldürmemi izlemek istiyor, karşımdakinin gözlerinden de ölümü tatmak istiyordu. Ya da benim bunu yapmayacağıma inanmak istiyordu.

Kılıcımı cansız bedenden çıkarmadan bıraktım. O son nefesini verdiğinde önce yağmur şiddetlendi. Yer sarsılmaya başladı. Karşımdaki dağlar sanki kaya değilde kummuş gibi ufalanarak yerle bir olmaya başladılar. Güneş çoktan kararmış, yerini karanlık kusan bulutlara bırakmıştı.

Kaçamadım da. Sadece baka kaldım. Arkamda on yıllar boyunca son Anlatıcıyı arayan güruhun dağılmaya yüz tutmuş topluluğundan bir kişi bile bana ne olduğunu önemsemiyor, canlarını kurtarmaya çalışıyordu. Bir anda cansız beden toprağın içine gömüldü.

6 Nisan 2010 Salı

0

Pek çoğu düştü. Geriye kalanların arasında anlatılarak yaşatıldılar. Yaşadıklarını zannedip yaşayanların ruhlarında ölümü tekrar tattılar. Hiç durmadılar. Ta ki bir gün anlatacak biri kalmayana kadar.

O anda hafif bir sarsıntı oldu. Ayakların altındaki yer, başını eğecek değerde bir vücut kalmadığını anlayınca köpürdü. Mavi gök selam verecek bir arkadaş bulamayınca yaşları ile sel oldu. Arada kalan galipler sonunda galip olsalarda bu toprakların onlara kalmayacağını anladı. Kaçtılar. Ardından yer ve gök üzüntülerinden bir oldular. Toprak üstüne düşen son sevgilisini de efendisine götürmek için aralandı. Kaçanlar bu olanları göremedi.

Efendi bir kulunu seçti. O'na son kez anlatma görevini verdi. Galipler bir sabah uyandıklarında O aralarındaydı. Galipler tek tek kendilerine gerçekten galip olup olmadıklarını soruyorlardı. Aldıkları cevap hep aynıydı: "Evet, biz galip olduk". Verdikleri her cevabı sanki yüksek sesle söylüyorlarmış da O'da duyuyormuş gibi hemen bir cevap da O veriyordu: "Hayır, efendi galip geldi".

Mutsuzluğunu dindirmeye çalışan gök, hıncını topraktan alıyor; toprak çamur olup üstündeki dağları yutuyor, dağlar son kaya parçasına kadar un ufak olana kadar çatırtılar içinde yok oluyorlardı. Etrafta galipler harici bir canlılık belirtisi görülmüyordu. Onlarda bu hengamenin içinde nereye kaçacaklarını bilemiyorlardı. Oysa onlardı galip gelen. Sözleri vardı aldıkları Kahin'den. Gözleri Kahin'i arıyordu. Ama hiçbiri bulamıyordu onu.

O anda ellerini kaldırdı Efendi'nin seçtiği. Dudakları kimsenin anlamadığı kelimeler mırıldandı. O'nu görenler bulunduğu yer çökecekmiş, dağlar üstüne düşecekmiş ve onları yutacakmış korkusuyla arkalarına bile bakmadan kaçmaya başladılar.

Ellerini indirdiğinde Seçilen, güneşin sıcak kolları kavradı toprağı, mutsuz bulutların arasından. Hıçkırıkları dindi göğün. Dağlar duruldu. Galipler şaşkın, kesik nefeslerle koşmaya ara verdiler. İşte böyle başlandı dünyanın üstünde anlatılan son olmasa da bu seferki galiplerin dinleyeceği son hikayenin anlatımı. Öyle bir hikayeydi ki, anlatan hiç susmadan dünya döndükçe anlatsa sadece evrendeki bir kum tanesinin kapladığı yer kadarını anlatabilirdi.